Filmi gidin izleyin. Çok lazımlı bir film.
Buradan sonrası filmi izlememiş olanların okumamasının önerildiği kısmı oluşturuyor.
Filmin en başında vurgulanan birkaç şey var. Birden fazla din hakkında bir takım bilgiler, babasının ısrarla vurguladığı hayvanların ruhları olmadığı bilgisi, Pi'nin ismini nasıl aldığı ve vejetaryen olduğu.
Buradan sonrası filmi izlememiş olanların okumamasının önerildiği kısmı oluşturuyor.
Filmin en başında vurgulanan birkaç şey var. Birden fazla din hakkında bir takım bilgiler, babasının ısrarla vurguladığı hayvanların ruhları olmadığı bilgisi, Pi'nin ismini nasıl aldığı ve vejetaryen olduğu.
Birinci ve bizim de izlediğimiz hikayemizde, Pi gemi batarken bir filikaya çıkar. Filikada en başta zebra ve pi vardır. Kaplan gemiye binmeye çalışırken Pi onun gemiye binmesini engellemek için kürekle iteler. Orangutan da gemiye gelir. Netice olarak Pi filikada bir kaplan, sırtlan, orangutan, zebra ve fareyle birliktedir. Sırtlan epey agresif bir tip olduğundan sağa sola salça olur ve zebrayı öldürür. Buna kızan orangutan sırtlana yumruk atar ve sırtlan orangutanı da öldürür. Bunun üzerine kaplan saklandığı yerden çıkarak sırtlanı öldürür. Pi kaplandan korktuğu için filikaya çıkamaz ufak bir sandal yapar. Şans eseri bir fare çıkar ortaya kaplan onu da yer. Bir ara fırtına çıkar, kaplan filikadan düşer ve Pi o geri gelmesin diye uğraşırken son anda yaptığının yanlış olduğunu anlar kaplanı filikaya alır. İlginç bir adaya düşerler. Adada bir sürü mirket vardır. Kaplan onları yer. Pi bir ağacın zımbırtısında bir diş bulur ve adadan gitmesi gerektiğine karar verir. Yiyecek depolar ve adayı terk eder. Bir süre sonra karaya ulaşır. Kaplan ormana gider. Pi de birkaç insan tarafından kurtarılır.
İkinci hikayemiz ise zebra'nın bir gemi adamını, orangutanın Pi'nin annesini, sırtlanın yemekçi adamı (asteriks obulisks'teki adam var ya işte o), kaplanın da Pi'yi temsil ettiği hikaye.
Bunları sentezleyecek olursak;
İkinci hikayeyi kabul ettiğimizde, Pi'nin ismini alış şekli Tanrı'nın yazdığı kaderin sorgulanmaması gerektiğini ve bunu ancak aklımızı kullanarak kendimiz için olumlu hale getirebileceğimiz vurgulanıyor olabilir. Babasının verdiği ders insanların ruhtan yoksun ve zalim yaratıklar olduğu ve bir nevi iç güdülerimizle hareket ettiğimiz. Yani zor durumda kaldığımızda yapmayacağımız şey yoktur.
Pi'nin annesi -yani orangutan- filikaya geldiğinde Pi oğlunun nerede olduğunu soruyor. Bu da abisi olabilir. (Gerçi insan babasını da sormaz mı ya?)
Pi'nin annesi -yani orangutan- filikaya geldiğinde Pi oğlunun nerede olduğunu soruyor. Bu da abisi olabilir. (Gerçi insan babasını da sormaz mı ya?)
Kaplan aslında Pi'nin kötü yani olabilir. Yani filmin başından beri vejetaryen olmasının vurgulandığını ele alırsak, zor durumda kaldığında gayet de fare falan yemiş olur ki hayatta kalmasını kaplana borçlu olduğunu dile getirmişliği de vardır. Filmin sonunda ise kaplan arkasına bakmadan gidiyor. Bu da 'burada olan burada kalır' gibi bir kapıya çıkıyor. Ve Pi öküz gibi ağlıyor çünkü onca halt yedi.
Aslında filmde birinci hikayeye inanmamız halinde Tanrı'ya da inanıyor olduğumuz fikri var bana kalırsa. Çünkü en kaba haliyle verilen mesaj şu, ikinci hikayede insanın gerçek yüzü var. Ve olanlar hiç de sevimli değil. Bir insanın bunlarla yaşaması ise oldukça zor. Hayatının tamamını yeni bir hayata başlamak üzere çıktığı yolculukta kaybeden birinden bahsediyoruz. Bu noktada Tanrı inancı ciddi bir ihtiyaç haline geliyor. Pi kaplanlı hikayede kaplanın onun hayatını kurtardığından bahsediyor. Ona duyduğu korkunun onu hayatta tuttuğunu ve ihtiyaçlarını karşılama zorunluluğunun ise bir amaç verdiğini söylüyor. Yani aslında kaplan ile vurgulanan Tanrıya inanma ihtiyacı aynı zamanda.
Pi'nin bulduğu ada vishu'ya benziyor. Ben adayla ilgili absürdlüklerin en başta yediği bir meyve yüzünden gerçekleşen halüsinasyonlar olması dışında herhangi bir çıkarım yapamadım. Ancak yapmış olanlar var. Tesadüfen bulduğum sondamla.com sitesinin yazarı Erkan Kurt adanın gerçekteki karşılığının aşçının çürüyen cesedi olabileceğini düşünmüş mesela. "Pi’yi temsil eden kaplanın adadaki yaratıkları yemesi ve hikayeyi anlatan Pi’nin “ada etoburdu” lafı aşçının cesedi olduğunu ve Pi’nin hayatta kalmak için cesetten yediğini düşündürüyor." demiş.
Adayı işin içine katarsak filmin Tanrı karşıtı bir düşünceyi benimsediğini söyleyebiliriz bence. Çünkü kaplanlı hikayeyi kabul ediyor olmak demek aynı zamanda varlığı son derece mantıksız olan bir adayı da kabul etmek demek oluyor. Birçok insan da bu görüşte. Zira hikayedeki ada kavramı mantığın sınırlarını zorluyor olmasına rağmen biz bir şekilde buna inanmayı tercih ediyoruz.
İşin ilginç yanı filmde de vurgulandığı üzre her iki hikaye de geminin nasıl battığını açıklamıyor. Yani tanrı olgusunu. Ve bir diğer ilginç taraf ise filmde bize bir Tanrı'dan bahsedilene kadar onun var olduğunu bilemeyeceğimizden bahsediliyor. Aynı şekilde eğer Pi bize kaplanlı hikayeden bahsetmemiş olsaydı hiçbirinizin aklına bu hikaye gelmeyecekti.
Filmi ikinci kez izlediğimde birkaç ayrıntıyı da fark ettim. Kaplan'ın ismi yani Richard Parker eski bir gemi kazasında filikada kalanlar tarafından yenen bir miçonun ismiymiş. bkz.http://en.wikipedia.org/wiki/Richard_Parker_(shipwrecked)
Bunun gibi bir iki ayrıntı daha var ama şu an yazıyı yazmaya başladığım gazla onlara vakit ayıramadım.
Aslında filmde her iki hikayeyi de destekleyecek birçok unsur var. Artık gerisi size kalmış. Hayatın bir gerçeğinden de bahsetmek lazım burada. Bir ateist olduğumuzu düşünelim. Bir yerde mahsur kaldık ve uzun vadede insan yüzü görmedik, göreceğimiz de muamma. Ben de Pi'ninkine benzer bir Tanrı olgusu yaratacağımıza hemen hemen eminim. Çünkü yalnızlık ciddi bir müessese. Nietzsche'den alıntı yapmazsam ölürüm."Dünya bana bir Tanrı'nın buluşu ve rüyasıymış gibi görünüyor. Dünya canı sıkılmış bir Tanrı`nın gözleri önündeki boyalı buharlara benziyor. İyi ve Kötü, mutluluk ve acı ve sen ve ben, benim için bir yaratıcının gözlerinin önündeki boyalı buharlardır. Yaratıcı gözlerini kendi üstünden çekmek istiyordu ve dünyayı yarattı. Acı çeken birisi için gözlerini kendi acısından başka bir yere çevirebilmek baş döndürücü bir mutluluktur."
Aslında filmde her iki hikayeyi de destekleyecek birçok unsur var. Artık gerisi size kalmış. Hayatın bir gerçeğinden de bahsetmek lazım burada. Bir ateist olduğumuzu düşünelim. Bir yerde mahsur kaldık ve uzun vadede insan yüzü görmedik, göreceğimiz de muamma. Ben de Pi'ninkine benzer bir Tanrı olgusu yaratacağımıza hemen hemen eminim. Çünkü yalnızlık ciddi bir müessese. Nietzsche'den alıntı yapmazsam ölürüm."Dünya bana bir Tanrı'nın buluşu ve rüyasıymış gibi görünüyor. Dünya canı sıkılmış bir Tanrı`nın gözleri önündeki boyalı buharlara benziyor. İyi ve Kötü, mutluluk ve acı ve sen ve ben, benim için bir yaratıcının gözlerinin önündeki boyalı buharlardır. Yaratıcı gözlerini kendi üstünden çekmek istiyordu ve dünyayı yarattı. Acı çeken birisi için gözlerini kendi acısından başka bir yere çevirebilmek baş döndürücü bir mutluluktur."
Henüz kitabı okumadım. En kısa zamanda okumayı planlıyorum. Bu sentezlerin kitaba dayanılarak yapıldığı daha açıklayıcı bir yazı ise tam burada duruyor.